Cengiz Aytmatov’un efsanevî kahramanı Nayman Ana, esir düşmüşken mankurtlaştırılmış ve deve çobanı yapılmış oğlu Colaman’ı bulma ümidiyle yola çıkmak için kimseye belli etmeden hazırlıklarını yapar. Köye gelen tüccarlar yolda büyük bir deve sürüsü güden bir “mankurt”la karşılaştıklarını söyleyerek ana yüreğinde küllenen “ümitleri” yeşertmişlerdir. Eğer oğlunu bulamazsa bir daha çıkarmamak üzere başına bağlayacağı “kara yazmanın” yerine umudun simgesi “ak yazmasını” bağlar.
Şafak vakti köyde herkesin en derin uykuda olduğu bir zamanda çadırın önüne çıkar. Namazını kılmış, duasını etmiştir. Etrafa nam salmış devesi Akmaya kendisini dışarıda beklemektedir. Ona binmeden önce fısıltı halinde bir ayetin ilk sözlerini okur: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah!” Evet, Allah’tan başka “ilah” yoktur ve her Müslüman gibi o da buna şahadet etmektedir; çünkü yaban ellerde öldüğünü düşündüğü biricik oğlunun “hayatta olma” ihtimalini Yüce Tanrı onun kulağına tüccarlar vasıtasıyla fısıldamıştır!.. O inanmasın da kim inansın ki!..
Nayman Ana, hayatta kendisine eşlik eden destek veren tek kişi “eltisine” kendisinin önce akrabalarını ziyaret edeceğini söyler. Kendisiyle birlikte gelmek isteyen olursa oradan da “Kıpçak ülkesindeki evliya Yesevî” dedenin türbesini ziyarete gideceğini söyler. Bütün Türk âleminin manevî dergâhı olan Hoca Ahmed adını işte bu kutsal mekândan Yesi’den yani Türkistan’dan alır. Umutlar orada yeşerir, dualar orada edilir.
Ulu Türkistan’ın “büyük yazarı” Cengiz Aytmatov eserinde işte böyle anlatıyor. Elinizdeki kitap da size “bozkırın bilgesinin” kutsallık yüklediği Türkistan’ı enine boyuna inceliyor. Tarihini, ormanlarını, turizmini, basın tarihini, maneviyatını anlatıyor. Şiirlere nasıl konu olmuş, onu anlatıyor. Şiir gibi bir “Ulu Türkistan”ı hem usta yazarlardan hem de usta şairlerin şiirlerinden tanıyacak ve okumaya doyamayacaksınız.