1130 yılında İmparator II. İoannes Komnenos’un kardeşi İsaakios Komnenos, Konstantinopolis’ten kaçıp Türklere sığınmıştı. Oğluysa Müslümanlığı benimsemiş, Sultan I. Mesud’un kızıyla nikAhlanıp Selçuklu ve Komnenos ailelerini evlilik yoluyla birleştirmişti. Böylece 12. yüzyılda iki “Roma İmparatoru” çıkmıştı ortaya. İkisi de Anadolu’da hüküm sürmüştü; birbirleriyle evlilik yoluyla akrabaydılar; biri imparator, diğeri sultandı; biri Hıristiyan, diğeri Müslümandı; ikisi de kimi vakit birbiriyle savaşmış, kimi vakit ittifak etmişti; ikisi de Roma’nın adına (en azından mirasına) sahip çıkmıştı.
Türkler 1453’te Konstantinopolis’i fethedinceye kadar batıya doğru bin küsur yıl süren uzun bir yürüyüş yapmışlardır. Ancak Konstantinopolis’i doğudan değil, batıdan fethetmişlerdir: Osmanlılar Ortadoğulu bir güce dönüşmeden önce Avrupalı bir güç haline gelmişler ve Avrupa’daki bir güç tabanından Avrupa anakarasının yüzde yirmisine varan bir kısmına hükmetmişlerdir. Türkler asıl anayurtları Moğolistan ve Güney Sibirya’nın sınır bölgelerinde yer alan Uzakdoğulu bir halktır. Doğru. Ne var ki Romalılar da doğudan (Troya’dan) geldiklerini iddia etmişlerdir. Osmanlılar bir Yakındoğu dininin buyruklarını yerine getiriyorlardı. Doğru. Ama son kertede Romalılar da öyle...
Avrupa’daki Asya ve Batı’nın Şekillenişi dizisinde “Avrupa” diye bir kavramın varlığını sorgulayan veya en azından bazı alışılagelmiş tanımlara meydan okuyan Warwick Ball, dizinin üçüncü cildinde kökenleri Uzakdoğu’da, Arabistan’dan da Pers Ülkesi’nden de daha ötelerde yer alan, bırakın Avrupa’yı, üç bölge tarihinin birden parçası hâline gelen bir halkı mercek altına almaktadır: Türkler.