Osmanlı’nın Avrupa ile ilişkisi basit bir etkileyen ve etkilenen düzleminde okunamaz. Eğer böyle olsaydı toplumların üstünlükleri veya gerileme nedenleri sıradan koşullarla izah edilmiş olurdu. Bugüne dek Avrupa ile olan inişli çıkışlı ve muhataralı akıl/gönül ilişkisinde Batıcı, geleneksel veya sol çevreler alışılmış bir güç denklemiyle yola koyuldular. Taraflardan gelen her türlü modernleşme/kalkınma/gelişme hamleleri yaşanılan süreci bir dereceye kadar açıklayabilirdi. Çoğu zaman bu teklifler kalıcı olmayan bir ‘tepki’yi dile getiriyordu. Bunun ötesinde zihniyet bakımından sahici bir yüzleşmeye gidilemedi ve geniş düşünce modelleri kurulamadı.
Peki, Osmanlı’daki oyunun kuralı ne idi? Fetih ve kahretmeye dayalı bir düzen hangi motivasyonlardan besleniyordu? Güç ve otorite karşısında her daim aman dileyen bir tebaanın davranış kalıpları, üretim ve tüketim alışkanlıkları ne tür bir gelenek içerisinde şekilleniyordu? “Birey”den yola çıkarak “dünya sistemi”ni oluşturan toplumların “ortak zihniyeti”nin ve farklılıklarının görülebilmesi için her türlü tarihsel, kültürel, etnografik ve antropolojik araştırmaya daha çok gereksinim vardır.
Oğuz Adanır; Marc Bloch, Marcel Mauss, Lucien LévyBruhl, Fernand Braudel, Karl Polanyi ve Jean Baudrillard gibi farklı kulvarların temsilcileriyle Türk düşünce tarihinde kalıcı izler bırakmış Sabri Ülgener, Niyazi Berkes ve Abdülkadir İnan gibi isimleri birlikte değerlendirmektedir. Bu yönüyle bütünlüklü bir zihniyet tarihi okumasına girişmekte ve aykırı bir sentez çalışmasını gündeme getirmektedir.