Tükendi
Stok AlarmıDin ve vicdan hürriyeti, 1982 Anayasasının 24. maddesinde formüle edilmiştir. Bu hürriyet hem inanç hem de ibadet hürriyetini kapsamaktadır. İnanç hürriyeti, ibadet hürriyeti ile birlikte anlam kazanır. Zira kişi seçtiği dinin gereklerini yerine getirebilmeli özellikle dini ayin ve törenlerini serbestçe yapabilmelidir. Bunun için de ibadet hürriyeti, kişilerin dinlerini pratikte yaşamalarını sağlayacak mabedlerin varlığını zorunlu kılar. İbadet hürriyetinin birçok dini tek bir çatıda birleştiren Osmanlı uygulamasında daha da önemli hale geldiği anlaşılmaktadır. Osmanlı Devletinde gayrimüslimler, zimmet andlaşmasının tarafı olmakla din ve vicdan hürriyetleri devletin garantisi altına alınmıştır. İbadetlerini yapabildikleri mâbedlerinin varlığı ise gayrimüslimlere ibadet hürriyeti tanındığının en önemli göstergesi durumundadır.
Çalışmada Osmanlı Devletinde din ve vicdan hürriyetinin önemli bir parçasını oluşturan gayrimüslimlere ait mabedlerin dokunulmazlığı, inşası ve tamirine ilişkin İslam ve Osmanlı hukuku hükümlerine ve uygulamasına yönelik bilgiler verilmesi amaçlandı. Çalışmanın ana hedefi İslam topraklarında ikamet eden ve zimmi olarak tabir edilen kesimdir. Bu nedenle çalışmanın gerek İslam hukuku gerekse Osmanlı uygulaması kısımlarında esas olarak zimmi statüsünde olan gayrimüslimlerle ilgili hükümler incelendi. Bu incelemede gayrimüslimler bir bütün olarak değerlendirilerek ibadethaneleri "mabed" olarak ifade edildi.
Osmanlı Devleti gayrimüslim tebaası ile ilgili uygulamalarında büyük ölçüde İslam hukuku hükümlerini esas aldı. Bu nedenle ilk bölümde İslam devletinin hakimiyeti altında yaşayan gayrimüslimlerin din ve vicdan hürriyeti, mabedlerinin dokunulmazlığı, tamiri ve inşasına ilişkin İslami esaslar üzerinde duruldu.
Çalışmanın ikinci bölümünde Osmanlı Devletinin gayrimüslimlere tanıdığı din ve vicdan hürriyetinin genel esasları üzerinde duruldu. Üçüncü bölümde ise Osmanlı Devletinin kuruluşundan başlayarak yükselme ve duraklama döneminin sonuna kadar olan zaman boyunca mabedlerine yönelik nasıl bir tutum izlediği ve uyguladığı normatif esaslar incelendi.
Osmanlı Devleti, İslamın zimmilere tanıdığı din ve vicdan hürriyetinin kendi çağındaki en somut örneği olmuştur. Kuruluşundan itibaren can ve mal güvenliğini temin ettiği gayrimüslimlerin mabedlerini de İslam hukuku hükümlerine uygun olarak bizzat koruma altına almıştır. Harap olan mabedlerin tamirine ve yıkılanların ise aslına uygun olarak yeniden inşasına izin vermiştir. Çalışmada Osmanlı Devletinin gayrimüslim mabedlerinin tamiri ve yeniden inşalarında izlediği tutum arşiv belgelerinden faydalanılarak aktarılmaya çalışıldı.
Dördüncü bölümde Osmanlı Devletinin çöküş sürecine girmesiyle birlikte birçok alanda başlayan değişimin, gayrimüslimlere yönelik politikasını ve dolayısıyla mabedlere ilişkin tavrını nasıl etkilediği ele alındı. Osmanlı Devleti bu dönemde klasik dönemi oldukça aşan yenilikler yaptı. Devletin mabedlere ilişkin uygulamasında yaşanan değişim yine arşiv belgelerinden yola çıkılarak ortaya koyuldu. Şimdiye dek birçok eserde Islahat Fermanının gayrimüslim-müslim eşitliği boyutu değerlendirilmiş ancak millet sistemine önemli hasarlar veren ve sonrasında milletlerin bağımsızlığına kadar varacak gayrimüslim mabedlerine ilişkin hükümleri göz ardı edilmiştir. Bu nedenle çalışmada Islahat Fermanının yabancı devletlerin müdahalelerine zemin hazırlayan bu hükümleri de dikkatle incelendi. Çalışmada Islahat Fermanının hemen sonrasına kadar gelindi. Dolayısıyla millet nizamnameleri ve meşrutiyet dönemleri çalışmanın kapsamı dışındadır.
Ayrıca üç farklı dine ev sahipliği yapması özelliği nedeniyle son derece renkli çekişmelere sahne olan Kudüs, çalışmanın ayrı bir bölümünde ele alındı. Osmanlı Devletinin burada dengeleyici bir rol üstlendiği ve gerektiğinde gayrimüslim tebaasının huzur ve sükûnu için kiliselerin tamirini bizzat üstlendiği görülmektedir.
Osmanlı hukuk sisteminde gayrimüslim tebaanın din ve vicdan hürriyeti bağlamında mâbedlerinin hukuki statüsü önemli bir yer teşkil etmektedir. Günümüzde gayrimüslümlere ait mâbedlerin statüsü hâlâ önemini korumaktadır. Kiliseye ait bir haçın iadesi bile sorun teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla mâbedlerle ilgili Osmanlı dönemine ait hükümlerin bilinmesi, yaşamakta olan gayrimüslim mâbedlerinin bugünkü konumlarını anlayabilmek açısından elzemdir. Yine Osmanlı döneminde camiye çevrilmiş kiliseler ile ilgili de zaman zaman farklı görüşler yükselmektedir. Özellikle Ayasofya gibi bir şehrin sembolü haline gelmiş yapıtın geçmişe ait serüveni merak uyandırmaktadır. Çalışmada bu ve benzeri soru ve sorunlara cevap bulunabilecektir. Güncel düzenlemelere ilişkin de fikirler verebileceğine inandığımız çalışmanın ilgililere faydalı olacağı düşünülmektedir.