Düşündüğümüz, inandığımız, aidiyet hissettiğimiz değerlere göre yaşamadıkça, yaşadığımız hayata göre değerlerimizin,
inançlarımızın, aidiyet referanslarımızın değiştiğini fark ettik. Toynbee’nin de tespit üzere, Batı kendisini inanç olarak sunduğunda onu hemen reddetmiştik, ama teknoloji olarak sunduğunda kabul ettik. Çünkü teknoloji, eşya gayet masum görünüyordu bize. Meşhur kurbağa örneğini hatırlarsak, inanç bizim için kaynatılmış su gibiydi, hemen zıplayıp çıktık içinden. Teknoloji/eşya ise yavaş yavaş ıstılan su gibiydi, zamanla alıştık. Alışmayanlar durumun vahametini idrak ettiklerinde ise refleks gösterebilecek safha çoktan aşılmıştı.
Elinizdeki bu çalışma bir kimlik kaygısının neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki, yaşadığımız dünya ile kimliğimizi izafe ettiğimiz değerler dünyası arasında uçurumlar var. Bu uçuruma sebebiyet veren ilk yarık, o masum görünen ve asrileşmeyi vaad eden eşyadan koparılan ilk ısırık, bizi iki paradigma arasında kalmış ve üretemeyen bir hüviyete büründürdü. Bu kitabın amacı uçurumun kökenlerini ve safhalarını gösterebilmektir. Bu yönüyle, uçurumun nasıl kapanacağına dair kafa yoranlara naçizane bir çıkış yönü göstermesi de umut edilmektedir.