Julian Barnes, ikinci öykü derlemesi Limon Masası’nda, Manş Ötesi’nde ele aldığı yaşlanma ve ölüm temalarını, insanoğlunun ölümlülük karşısındaki tavrını bir kez daha teşrih masasına yatırıyor. Tümü de yaşlanma ve ölüm saplantısını derinlemesine yaşayan kahramanları, çok farklı konumlar, coğrafyalar ve tarihle içinde bir bir sahneye çıkıyorlar.Barnes’ın karakterleri henüz yaşama, sevme, yalan söyleme, birilerini kandırma yeteneklerini bütünüyle yitirmiş değiller, ancak hayatlarının sonunda artıks ahip olamadıkları şeyleri kavradıklarında burukluk içindeler.Hayatını farklı vakitlerdeki saç kestirme yaşantılarına göre ölçen bir anlatıcı; yaşamını "vazgeçiş" üzerine temellendirmenin zorunluluğunu kabullenmiş ünlü bir Rus yazar; bir yaşlılar yurdunda kalan ve elinizdeki kitabın yazarına "Sevgili Dr. Barnes" hitabıyla uçuk mektuplar yazan bir kadın; kafasını konserlerde çıkarılan gürültülere fena halde takmış obir müziksever; Alzheimer hastası kocasına son derece ayrıntılı yemek tarifleri okuyup duran ve hakaretlere maruz kalan bir kadın; anne babasının çökmekte olan evliliklerine tanıklık edip evlilik kavramını sorgulayan orta yaşlı bir İngiliz; hayatta ayakta kalışını kalışını başkalarının ölümlerine borçlu olduğunu kavramış olan İsveçli bir kereste tüccarı; bir kafede buluşup geçmişi anmayı alışkanlık haline getirmiş, ama birbirini asla anlamayan iki yaşlı kadın; karısının eline tutuşturduğu alışveriş listesiyle Londra’ya her gelişinde bir hayat kadınını sürekli olarak görmekten geri kalmayan emekli bir asker ve son olarak da günün birinde "limon masasına" oturmanın zorunluluğunu görüp en büyük müzik olan sessizliği seçmiş olan Finli ünlü bir besteci.Zira limon, Çinlilere göre ölümün simgesidir. Limon Masası da bir restoranda, oturulduğunda ölümden konuşmanın zorunlu halde geldiği bir masa...