Napoleon’un parlak komutanlarından General Montriveau, yıllar önce kaybettiği sevgilisinin izini, Akdeniz’in ortasındaki bir adada, manastıra kapanmış genç bir kadının parmaklarından dökülen kutsal melodilerde bulur. Ve her ne pahasına olursa olsun sevdiği kadını geri kazanmayı aklına koyar. Ancak, bu tuttuğunu koparan subayın hesaba katmadığı bir şey vardır. Baştan çıkarıcı kahkahalarıyla, etrafındaki tüm erkekleri kendine aşık eden, onların kalpleriyle oynamaktan büyük zevk alan Paris sosyetesinin moda kraliçesi Langeais Düşesi, kazınmış saçları, solgun yüzü ve gri elbisesiyle bir ruhtur artık.
Balzac, Onüçlerin Romanı üçlemesinin bu ikinci kitabında, zevklerin, kusurların ve en iyi ile en kötünün yan yana yer aldıkları, başkentlere özgü geleneklerin kışkırttığı tüm aşırılıkların bir tablosunu sunuyor; krallık idaresinin geri geldiği Restorasyon döneminde gizli bir topluluğun çevresinde gelişen olayları anlatmaya devam ediyor.
Eşine ender rastlanır, tutkulu bir aşk hikayesinin arka planında bir dönemin Fransız toplumunun adetlerini, üst sınıflara özgü ikiyüzlülüğü, hep iktidarda kalma hırsıyla çürüyen bir sınıfı, politikanın çalkantılı denizinde batanları-çıkanları, kısaca *yaşamımın öyküsü, yapıtımın öyküsüdür,* diyen Balzac’ın Parisi’ni bulacaksınız.