Onlar Türk’ün onuru, İslam’ın izzeti için oralardaydı. Bölge ahalisini iyi tanıdıkları kadar vahşileri de iyi tanıyorlardı. Ninova ve Palmira’yı ahmaklara niçin yıktırdıklarını ve oralardan neleri çaldıklarını da iyi biliyorlardı. İdlip’dekileri belki kurtarıp insanlığın hafızasıyla oynamamalarını temin etmek niyetindeydiler. Arz-ı mevut ve armagedon söylemlerinin evanjelik kurbanlarına, politik dinin Müslim mankurtlarına karşı mücadele veriyorlardı. Harvart Üniversitesinin kurguladığı siyasal İslam öğretisini ve siyasal İslam’dan ciasal İslam’a geçiş senaryolarını bozacaklardı.
Kara kalpağının altından akan uzun kaşlarını kabartarak. Yorgun fakat umutlu gözlerle baktı delikanlıya bir süre. *Bozkırı uyandırmak* ister gibi, *Kök Kuşağını* tekrar *Vefa Değirmeninde* öğütmek ister gibiydi. Gülistanına yeni bir gül dikecekti. Esmer gül. Karşısında duruyordu.
-Turan denilince akıllara Yenisey, Taşkent düşüyor. Cihat denilince Filistin. Diye başladı söze İhtiyar bilge.
Türk’ten başka her müptezelin torunu olan, beyni Sterlin, Dolar ve Riyal ile çalışan emperyalist fabrikaların arızalı ürünlerine hatırlatmak lazım. Varna kimin şehri, Belgrat kimin? Sofya kimin ili, Kavala kimin? Kırım, Köstence, Vidin kimin?
Hatırlatmak lazım. Tuna senin neyin olur? Volga, Nil neyin? Dicle, Fırat neyin? Sana neden dökülmüyor senden doğan nehirlerin?
Girit, Libya ve uzak Akdeniz yolu üzerinde müstahkem bir mevki. Diyerek başladı konuşmasına bilge.