Varlığın mutlak anlamda aynı kalan olarak düşünülmesi ve başkalık içerenin varlık olmama ile tanımlanması saf bilişte ortaya çıkanın çokluk içermediği sonucuna götürmüş olsa da sonraki dönemlerde farklılık ve çokluk içeren duyusal tecrübenin izahı için saf idrakte olanının çokluğa temas edecek şekilde yeniden tanımlanmasını gerekli hale getirmiştir. Bu da saf bilinç aracılığıyla temas edilenlerin mutlak birlikle ilişkili olmasına rağmen kendinde bir çokluk içeriyor olmasını zorunlu kılmıştır. Bu nedenle Platon ruhun duyusal nesnelere temasına bağlı olmaksızın saf biliş aracılığıyla belli bir çoklukla bağının gereğini kabul etmiş ve böylece aynılık ve farklılık ruhun kendi saf bilişine taşınmıştır.
Oysa Kant’a göre yargı yetisi müdrikeden bağımsız gerçekleştirdiği birlik verme faaliyeti ya duyusal temsillere belli düzenlilikler kazandırma şeklinde gerçekleşir ya da duyusal temsiller ile ilgisi olsa da duyusal temsillere bağlı olmaksızın duyusal temsillere belli bir birlik kazandırır. Eğer yargı yetisi duyusal temsiller üzerinden belli kavramlara ulaşıyor ve bu kavramları daha üst koşullar altında düşünebilmek için cins ve türler üzerinden tasnif ediyor ise yargı yetisi müdrikenin ampirik temsillere kazandırmadığı düzenliliği sağlama girişiminde bulunduğu söylenebilir. Kant daha önceki dönemde mevcudatı var eden olarak görülen bu fiilin algıya yönelenin kendini idrak etme fiiline bağlı kılarak nesnel olmadığını iddia etmiştir.