*Aranızda kim günahsızsa ilk taşı o atsın!* diye seslenir Kutsal Kitap.
İlk günah öğretisinden günümüze büyük bir itiraf çemberi döner durur. Bu trajedide haklı, haksız, iyilik, kötülük, mağdurluk, masumiyet hallerini birbirinden ayıran sınırlar sanki silinmiş ve her şey iç içe geçmiş gibidir. Herkes haklıdır, herkes haksızdır, herkes mağdurdur, ya da hiç kimse mağdur değildir ve sonunda herkes suçludur. Masumiyet belki de acı ve günahın en kesif yaşandığı yerde saklıdır. Çünkü ten zevklerine dalmış biri tüm düşkünlüğüne rağmen hala saf ve iyi olanın izini sürer, tüm güçsüzlüğüne rağmen mutlakla bağını yitirmez.
İtiraf, Batı düşüncesinin kalbinde tüm gerilimleriyle yer edinmiştir. İtiraflar bir düşünce, düşünceler ise birer itiraftır. Augustinus’un Tanrı`ya yakarışlarında, hep var olmak isteyen o küçük ve zavallı *ben*in sesi duyulur. Rousseau mahrem dünyasında olabildiğince içten davranmak ister ve düşüncelerini itiraflarla geliştirir. Acaba kendimizi açarken, günahlarımızı itiraf ederken ne derece samimiyiz? Neleri maharetle gizler, neleri dürüstçe itiraf ederiz? Kierkegaard’ın güzergâhında itiraflar koca bir ironiye dönüşecektir. Günah meselesi Batı romanının en önemli malzemesi olmuştur, bu açıdan düşünüldüğünde Tolstoy ve Dostoyevski gibi yazarların eserleri birer canlı itirafnâmeler olarak karşımızda dururlar.
Mehmet Aydın, günah ve itiraf çemberinde büyük bir ustalıkla düşünür ve yazarların *iç ses*lerine kulak verir. Felsefe ve ilahiyat kitaplarında, romanlarda, günlüklerde, biyografilerde, hatıratlarda ve daha önemlisi şimdiye kadar gözden kaçan birçok ayrıntıda ustaların *itiraf*larını dinler. Hem Batı’da hem de Batı dışı kültürlerde itirafın yerini sorgular. Ve tabii Türk düşüncesine yoğun göndermelerle...
Kayıp Zamanın İzinde: Ahmet Hamdi Tanpınar’dan sonra Mehmet Aydın’ın ikinci kitabı...