Herbert Marcuse (1898-1979) felsefe doktorasını Freiburg Üniversitesinden aldı. 1920’de Heidegger’in Varlık ve Zaman’ını okuduktan sonra aynı üniversiteye dönerek Heidegger ile çalıştı. 1933’te Frankfurt’ta Marxist eğilimli Toplumsal Araştırma Kurumuna katıldı. 1940’ta ABD uyruğuna geçti ve II. Dünya Savaşı sırasında US Office of Strategic Services’te (CIA’in önceli) Almanya hakkındaki istihbarat raporlarının analizinde görev aldı. 1952’de politik kuramcı olarak meslek yaşamını Columbia, Harvard, Brandeis ve son olarak California Üniversitelerinde sürdürdü. Marcuse tüm Marxizmine karşın despotik kutarıcı rolünü üstlenmedi. *Yeni solun babası* olarak görülmekten de hoşlanmadı ve bu adlandırmayı reddetti.
Soğuk Savaş ikliminde yazılan Eros ve Uygarlık (1955) *deneysel bir inceleme* karakterini taşır. Ek olarak bir *eleştiri* karakterini de taşır. Bir inceleme olarak, ruhbilimsel kategorilerin bundan böyle *politik kategoriler oldukları* ve bugün *Eros uğruna kavganın politik kavga* olduğu görüşünü öncülü olarak alır. Bir eleştiri olarak, Freud’un ruhçözümleme kuramının yazarın kişisel perspektifinden bir yorumunu sunar.
İçgüdünün ve onun ayrışma ürünleri olan ruhsal belirlenimlerin *politik* işlev kazanması tarihte sürpriz bir fenomen, neredeyse tarihin kendisinin yolunu şaşırması gibi birşeydir. Bu olgu istenci insan tarihinde belirleyici etmen olmaktan çıkarır. İnsanlığın yazgısına karar verecek olan etmen bundan böyle Eros ve Ölüm İçgüdüsü arasında yer almakta olan çatışmada üstünlüğü ele geçirecek olan yandır. Ve bu özsel olarak erotik kavganın sonucu bir olumsallık sorunudur.
Marcuse’nin eleştirel çözümlemesi tarihin sürecinde olduğu gibi Freud’un metapsikolojisinde de kimi uyarlamaları gerektirir. Ruhçözümleninin birincil kavramı olan baskı kavramı Marcuse’nin fenomenolojik-ontolojik yorumunda politik baskı olarak yeniden formüle edilir. Buna göre *bilinçsiz* olanın yeri bilinç tarafından, hiç olmazsa ön-bilinç tarafından alınır. (Daha sonra kimi yorumcular daha da radikal bir yaklaşımla bilinçaltınnın yapısının *dilin* yapısı ile bir olduğunu söyleyeceklerdi.) Bu bilinçli politik *baskı* bilinçsiz yığınları ve kitleleri özgür istenç kavramından bağışlar, tarihi öznesiz bırakır, yurttaş toplumunu gereksiz bir kurguya indirger, ve sonuçta kitle demokrasisi yalnızca *baskının içe yansıtılmasının aracı* olur. Bireyler kitlesel tüketim süreçlerine uyarlanırken, toplum moral olgunluktan ve sorumluluktan yoksun bir kitle olarak sürekli manipülasyon altında tutulur ve Devlet egemenlik Logosunun sindirme aygıtı olur. Tarih dünya-tininin tarihi değil ama özgürlüğe yeteneği ve hakkı olmayan bir insanlık üzerindeki egemen Birin komplosudur. Her nasılsa, bir içgüdü simgesi olarak Eros kavgacı bir Erosa dönüşecek ve Logos ile hesaplaşacaktır.
- Aziz Yardımlı