Tükendi
Stok AlarmıHer şehir kurulduğu günden geleceğe uzanan, değişen ve üzerinde tarihi olayların seyrettiği, dünle birlikte yokolmuş veya günümüze kadar gelmiş yaşama alanlarına, mimari anıtlara, binalara vb. zemin oluşturan mekanlara sahiptir. Bu mekanlar, o kentin tarihi değişimi içinde edilgen değil, tersine yaşamın değişik pratikleri içinde aktif ve yaşayan bir ortam yaratırken, geniş bir çerçeve içinde kentin hafızasını da oluşturur. Bu hafıza da değişen zihinsel yapılara göre tekrarlanıp, yenilenerek biçimlenir. İşte bu ortamın derinliklerinde; çağların gerisine uzanan toplumsal ilişkileri, fiziksel değişimleri, şehrin üzerinde yükseldiği zeminin sürekli değişen ilişkilerinin yarattığı *mekan hafızası*nın farklı katmanlarını da bulabiliriz. *Dolmabahçe Bölgesi* olarak tanımlanan Fındıklı ile Beşiktaş arasındaki sahil şeridi ile Gümüşsuyu-Taksim-Teşvikiye-Maçka semtlerini de içine alan bu fiziksel ve kültürel topoğrafya; merkezinde önemli bir mimari anıt olan Dolmabahçe Sarayı ile birlikte İstanbul’un tarihsel, toplumsal ve kültürel hafızasını çok zengin olarak yansıtan bir mekana sahip bulunmaktadır. Bu çalışma başka bir tanımla kentsel bir parselin mikro düzeyde tarihini yazma denemesidir. Dolmabahçe: Mekanın Hafızası, sarayı sadece anıtsal bir obje olarak değerlendirmenin ötesinde, merkezinde bulunduğu mekanın hafızasını yaratan, kentin tüm dönüşümlerinin adeta bir *aktörü* olarak ele alıyor. Bu kitapta; çok katmanlı, karmaşık bir geçmişe sahip olan ve bu geçmişin izlerini barındıran bölgenin tüm özellikleri üçyüz yıllık tarihsel bir dönem kapsamında, çeşitli disiplin ve meslek alanlarından gelen uzman ve akademisyenlerin kaleme aldıkları ve zengin görsel malzemeyle de desteklenen makaleleri yeralıyor. Bölgenin üzerinde oluşan mekanın hafızasını birbirini tamamlar biçimde yansıtan bu makaleler, bir başka açıdan Dolmabahçe bölgesini temel alarak, İstanbul ve Türkiye’nin modernlik deneyimlerini de gündeme alarak tartışıyor. Bu çalışma bir anlamda Dolmabahçe Bölgesi’nin tarihsel, toplumsal, mimari ve kültürel dokusunun katmanları arasında, Bahar Kaya’nın deyimiyle bir *arkeolojik kazı* gerçekleştirip, Osmanlı döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan karmaşık, çoğul ve çok sesli modernite serüvenini tüm yanlarıyla irdelerken, bu alanda temel bir başvuru eseri olmaya da hak kazanıyor.