Tükendi
Stok AlarmıTürkiye’de azınlıklar konusunda belli başlı klişeler vardır. Azınlıkların Rumlar, Ermeniler, Yahudiler olduğuna inanılır; Lozan Antlaşması’nda azınlıklar konusunda mütekabiliyet olduğu iddia edilir. Azınlıklar dendiğinde hemen arkasından, hoşgörü, tolerans, imtiyaz, gibi kavram ve ifadeler eklenir, “bayramlarda karşılıklı gidip geldiğimiz,” “ne güzel günlerdi” denir. Oysa Lozan’dan sonra Azınlıkların, ülkeye dönüşlerine izin verilmedi, mülklerine erişemediler. Meclis’te yeterince temsil edilemediler. Adeta din özgürlüklerini alıp, siyasi özgürlüklerini verdiler. Kendini laik olarak tanımlamış bir ülkede din üzerinden tanımlandılar. Nüfus kayıtlarında numaralandırıldılar. Okullarında “Türk Müdür Başyardımcısı” tarafından gözlendiler. Ekonomi Türkleştirilirken işten çıkarıldılar. Ders kitaplarında hedef gösterildiler. İşte tam da bu yüzden azınlık Türkiye’de kirlenmiş bir kavramdır. Hem içi yukarıdaki klişelerle doldurulup söz konusu politikalara yol açmış hem de köhneleşmiştir. Uluslararası hukukta Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) aracılığı ile azınlık haklarının üçüncü ve hatta yeni azınlıklarla dördüncü kuşağına girilmişken, Türkiye hem “Lozan”a çakılıp kalmış hem de onu yanlış, eksik ve kötü niyetli yorumlamıştır. Artık Dünya’da farklılık temel bir kategori olarak kabul edilmişken, bizim henüz azınlık meselesinde kalmış olmamız üzücü elbette. Henüz bu konu çözülememiş, sindirilememişken, milyonlarca göçmen ve göçmen meselesi bir dağ gibi önümüzde durmakta. Elinizdeki kitap, Türkiye’de azınlıkların sadece Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler’den müteşekkil olmadığını, başka grupların da var olduğunu vurguluyor. Onların yaşadıkları ayrımcılığı gözler önüne seriyor, vatandaş olduklarını hatırlatıyor. Kitabın yazarları, azınlıkları oluşturanların hem kendi kimlik gruplarına ait olan kişiler hem de özgür, eşit birey ve vatandaş olduklarının altını çiziyor.