Gece avından dönen puhu kuşunun tok tonundaki kısa kısa ötüşü duyuluyordu. Posof İl Begi sırtını, içi malakari süslemeli Beg konağının Horasan harcıyla işlenmiş kuzey yöne bakan duvarının dış yüzüne sekiledi, ayaklarını öne uzatarak oturdu. Yüzü Caksu vadisinden yana dönüktü. Beg, gece karanlığının taşıdığı sessizliğin arasına karışmıştı. Sırtını dayadığı duvarın dibinde sessiz, hareketsiz ve şekilsiz kara külçe gibi duruyordu. Uzuvları oldukça sakindi, başı öne eğikti, huşu tarzı bir duruş sergiliyordu. Aşağılarda kalan vadinin tabanından geçen çayın ve şafak vaktine doğru ortaya çıkan sazak yelinin müşterek uğultuların çıkardığı sağır sesleri dinliyordu. Tül renginde tiril tiril titreyen ipiltiler iniyordu karşı yamaçlara. Gittikçe yüzü genişleyen gökyüzünün altında Ilgar Dağı’nın doruk yerleri gözüküyordu. Tam da oralarda, en yukarılarda kalan yüksek tepelerin gökyüzünün boşluğuna dokunan yerlerinde sarımsı, oval, taptaze ışıltılar peydahlanmaya başlamıştı.