Her yanımızdan, aklımızdan, kalbimizden, tefekkürümüzden, imanımızdan kuşatmalar geçirmişiz. Muhayyilemize Sokrates’i bir peygambermiş gibi kazıyanlar, birer Yunan tanrısının ismini yazmadık yerimizi bırakmayanlarla aynı kişiler... Donlarımızın etiketine kadar! Denizcileri ölümüne çağıran Yunan perilerine Siren denir... Hastalarımızı onların çığlığıyla taşıyoruz! Zafer tanrıçası Nike ile yürüyoruz... Kanatlı at Pegasus’la seyahat ediyoruz! Baldırımızı topuk kemiğimize bağlayan tendon bile, Yunan yarı tanrısı Akhilleus’un (Aşil) ismini taşıyor... Daha neler neler... Antik Yunan, evvela Avrupa’nın ırz kaydını üzerine alır... Avrupa (Europa), isim iştikakında bile Yunan ırzlıdır... Yunan baş tanrısı Zeus, beyaz bir boğa suretine bürünerek sahilde çiçek toplayan Fenike kralının kızına yaklaşır. Onu sırtına alarak kaçırır... Ve Girit adasında ırzına geçer! Ondan çocukları olur. Zeus’a çocuklar doğuran bu kızın ismi Europa’dır... Yani Avrupa! İslam dünyası bugünün dünyasında sahilde çiçek toplayan bir kız değildir ama Avrupa onu ruhu ve kültürüyle kaçırmak için an kollayan kara bir boğadır... Ya fikirde ve fiilde bıçaklarımızı bileyeceğiz, ya da bizi Giritli bir akıbet beklemekte... Kaç asırdır toslayan onlar, toslanan biz İşgaller, saldırılar, bombalar, ambargolar kalsın bir yana; Yunan kibri, isimleriyle beraber döllüyor cismini... Birer aziz bellettiği isimleriyle... Bana kalırsa bu yüzden Avrupa medeniyetinde iyilik vehmeden gözümüzü de icabında öz parmağımızla oymalı ve topyekûn namusuyla 3. bin yılda ona pervasız şöyle demeliyiz:
“Zeus’un döl yatağı alçak Avrupa! İyiysen de, kötüsün!”