Acizliğin en asil hâlidir aşk! Üstelik adli olaylar içinde, Adalet Savaşçıları’nca yaşanıyorsa…
Savcı Alparslan, Bozbey’e bakarak: *Şerefine* dedi. Bozbey, Kürt annesinin Türk babasına hediyesi ve kendisine devredilmiş bir resim olsa da, yıllarca her derdine eşlik etmişti…
Polis Deniz, parkasını alıp saçlarını savurarak gitti… *Kardeş!* Zişan’ın dudaklarından savrulurken nasıl da dağlayıcı oluyordu, Deniz’in örselenmeye alışmış yüreği çabucak kına girmeye muktedirdi…
Kâtip Zişan, Çarşı amblemli bileziğiyle pist ortasında oynarken, zemindeki ateşin yüzüne yansımasıyla karşı cins için derin arzular uyandırıyordu... O, bir kaplan gibi ortamın karanlığı ve müziğin gürültüsünde kederini avlıyordu.
Zordu savcı Erman’ın işi; boşanamadığı karısı, kendisine *Abi!* diyen platonik aşkı vardı, ama kararlıydı, bir gün mutlaka kâtibiyle sevgili olacaktı…
Kâtip Nazlım’ın babasına bakışı değişmişti. O, *annesini insaflı döven koca*, fakat *kızını işkenceden kurtaran bir babaydı*…
Savcı Nadan ağzından köpükler saçarak bağırdı: *Sen yazman değil misin? Niye azman yazıyorsun?* Az sonra gideceği otelde sunulacak çıtırı hatırlayınca sakinleşti; kadın, para, âlem üçlüsündeki hayatı için süslenmeliydi…
Adliyenin karanlık saatleri gelmişti; koridorlara serpiştirilmiş kalem ışıkları altında Adalet Savaşçıları’nın kılıç sesleri yankılanıyordu: Tak! tuk! tak! tuk!