Aşk…
Öyle ansızın gelen falan değil… Bakma öyle dediğime!
İlmek ilmek örüyor varlıklarımız aşkı, ezelden ebede…
Düşe kalka, doğa öle…
Evren…
Sen güçlendikçe, daha da sınıyor varlığının sınırlarını…
Sana güveniyor ve yükleniyor, bir gün gelip de düşmeyeceğin an’a seni hazırlamak için var gücüyle çalışıyor…
Sen de çalış, boş durma! Nefesini boşa tüketme!
Aşk…
Yerin yedi kat altından göğün yedi kat üstüne, damla damla sulayarak ve sırıklarla destekleyerek eriştirmeye çalıştığın bir sarmaşık…
Varoluş…
Başlı başına bir cilve… Ve hiçbir farkı yok bir kadının cilvesinden…
Hem anlaşılmayı bekleyen Hem arsız
Peki ya anlamadığımda ne olacak?
Evren’i tüm boşluklarıyla içime aldığımda…
O zaman ne olacak? Atacak adımım kalmaz ise, nereye giderim?
Durup duracaksam olduğum yerde, var olmaya ne için ve de nasıl devam ederim?
Fakat evren sonsuz ki!
Sonsuza varamazsın…
Demek ki ebediyen yürüyeceksin, ebedi bir yolculuk bu…
Hem işkence hem bitmek bilmeyen bir haz… İç içe, yine…
Demek ki aşk…
Varmaya çalıştığım o yer ve hiç ulaşamayacağım…
Demek ki bu yüzden bu kadar güzel...