Zafer Altunkozaoğlu’nun hikâyelerini okuyunca, kendinizi o konunun içinde buluveriyorsunuz hemen. O çevreye dahil oluyor; durumların ve karakterlerin arasına karışıyorsunuz.
İnsan ve doğa duyarlılığı, dahası sevgisi öne çıkıyor. İnsafsız tahripler ve yağmalar sonucunda yaşanamaz hale gelen kentlerimiz ve o kentlerde kendilerini yitiren insanlarımız. 1950 sonrasında başlayan ve halen sürmekte olan büyük göç ve değişim sonucu değerleri alt üst olan, şaşkınlaşan toplumumuz.
Hayatın basit, küçük ayrıntıları…
Her nedense dikkatimizi çekmeyen, boğulduğumuz gündelik telaşlar sonucu başımızı çevirip bakmaya zaman bulamadığımız, belki de ilgilenmek istemediğimiz, yanıbaşımızdaki önemsiz olaylar, sıradan insanlar. Yaşamın kendisi yani… İçimizden birileri.
Ve bugünlerde pek önemsemediğimiz; bozulmasına, hatta ucun ucun yok edilmesine göz yumduğumuz dilimiz. Zamanın Kanatları’nda ciddi bir Türkçe özeni var: Duru ve yaşayan bir dil karşılıyor bizleri…
Yazar olmanın en zor yanı, okuyucuyla bütünleşirken edebî-estetik düzeyi de muhafaza edebilmek.
Zafer Altunkozaoğlu, bu ince çizgiyi yakalamış görünüyor