...Dünyayı daha çok görmeliyim. Dünya beni daha çok görmeli. Kalyonlar yelkenlerine rüzgârları doldurmalı, atlar geniş ovalarda beni dörtnala sırtlarında taşımalı, uçsuz bucaksız çöllerde develerle Asya’nın uzak ülkelerine gitmeliyim. Zihnimde yaptığım seyahatleri bedenen de yapmalıyım.
Ama şimdi evime dönüyorum. Gözümde tüten evime... İstanbul’a. Benim içinde yaşadığım, benim içimde yaşayan şehre. İstanbul’a...
... İnsanın her gördüğü şehrin hatıralarına sonsuza kadar yazıldığını söylerler. Muhakkak ki doğru… Bir şehir, insanın içinde kendine ne kadar yer bulursa, hatıralarında da o kadar yer edinebilir. Dar tozlu sokaklarıyla, deniz kokusuyla, insanlarıyla... Her şeyiyle...
Bir şehir ancak o zaman bir insan için bir anlam ifade eder. İnsan o zaman kendini bir şehirde anlamlı bulur.
Uzun yollar yapmadan, deve kervanlarıyla, gemilerle günlerce gecelerce yol almadan yapılan bir yolculuk. Bilinmeze ve dostluklara yapılan yolculuk... Kahramanımız Yusuf’un, İngiliz asilzadeleriyle İzmir limanında başlayan, İstanbul’da devam eden ve Londra’da son bulan dostluğunun düğümlendiği, onlarla geçireceği kısa sürede, içlerine girme, tuhaf âdetlerini tanıma ve dostluklar edinme şansını yakaladığı, belki de yolculuklarının en tuhafı...