1263 yılının bir Nisan Sabahıydı.
İlkbahar, pembe-beyaz gelinliğini giymişti, ağaçlar çiçek açmıştı. Dağ taş yeşermiş, göçmen kuşlar geri gelmişlerdi. Karlar eriyor, sular büngüldüyordu. Serin, dost bir rüzgar, kırların kokusunu taşıyıp dergahta yaşayan dervişlerin yüreğine dolduruyordu. Dervişler ve diğer bütün insanlar, dünyayı kaplayan korkunç sıkıntılar; savaş, korkuyu ve açlığı unutmuş gibiydiler. Bu taze ilkbahar sabahı tüm gönüllere iyiliği, güzelliği ve mutluluğu bağışlamıştı sanki.