Bu kitaptaki yazıları bir araya getiren şey, tek bir ortak fikri kaygıdır; bu, genel anlamda *okuma problematiği*, özel anlamda ise geleneği okuma problematiğidir. Gelenek kendi içerisinde çeşitlilik arz ettiği, birçok farklı alan ve eğilimi içerdiği için, bu yazılarda ele alınan konular da *dil*den *eleştiri*ye, *belâgat*ten *dinî ilimler*e kadar birçok konuyu içermektedir. Bu çeşitlilik ve farklılık tek ve umûmî bir teorik çerçeve içerisinde bir birlik oluşturmaya engel olmadığı için de, bu yazılar, geleneksel düşünce alanları arasındaki gizli irtibat noktalarının keşfedilmesi ve bu alanların arz ettiği birliğin ortaya konulması istikametinde tikel ve çeşitlilik arz eden *deneyimler* konumundadır.
Belki de bütün bu yazılardan çıkarılabilecek en önemli netice, *gelenek* dediğimiz şeyin tek bir fikrî sistem olduğu, fakat bu tek fikri sistemin her bir özel epistemolojik alan içerisinde değişiklik arz eden tikel tarz ve dokular şeklinde yansımış olduğudur. Örneğin dilbilimci Sibeveyh, Arap dilinin küllî kaidelerini ve teorik yapısını tespit ederken fıkıh, kelam, hadis ve kıraat gibi dinî disiplinlerde çalışan âlimlerin ortaya koymuş olduklarından büsbütün habersiz ve kopuk değildi. Aynı şekilde Cürcânî ve ondan önce yaşamış olan belâgat bilginleri de, belâgat disiplini çerçevesinde ortaya koymuş oldukları düşünsel faaliyetlerinde, değil nahiv ve benzeri diğer dilbilim alanları, kelam ve fıkıh usulü gibi nispeten daha uzak görülebilecek olan disiplinlerin belirlemiş olduğu çerçevenin bile dışında hareket ediyor değildiler. Dolayısıyla bugün eleştiri ve belâgat disiplinlerinin kelam, fıkıh ve tefsir gibi dinî ilimlerden bir an olsun ayrı kalmamış olduğunu söylememiz, malumun ilamıdır.