“Gidemeyenlerin, gidip de dönenlerin, dönüp de kalanların hikâyesi bu. Bildik, klasik... Suçiçeği gibi derin izler bırakan, kurşun gibi ağır.” Yoksa’nın, hafızanın katmanları arasında gidip gelen karakterleri, çoğu zaman, “uzun, uzak, ücra yerlerde, sahipsizliği, çarpıklığı ve tenhalığıyla iç burkan benzin istasyonları gibi” kendi kaderlerine terk edilmişlerdir. Hayatlarının onları savurduğu, “nemli duvarlarında uzayıp kısalan çığlıkların, direnen ömürlerin, ham hayallerin, ölçüsüz tutkular besleyen kadınların, küfürleşen erkeklerin izlerini taşıyan” hastalıklı apartmanlarda, masumiyet ile suç arasındaki ince çizgide dolanıp dururlar. Her şey bir anda olup biter; “bir şimşek çakımı, bir akbil basımı esnasında... Bir serçenin bir daldan havalanması, bir karabatağın bir balığı kapması süresinde. Bir derecenin altmışta birinde.” O kısacık anda, çocukluğun belleğine nakşedilmiş uzak bir hatıra dönüp dolaşıp sahibini bulur…