Her varlık veya olay kendisi için takdir edilen yasalara göre vücut bulmasına rağmen, özellikle insan söz konusu olduğunda, yüce Allah bazı zamanlar tarihe ve dolayısıyla insanlığın gidişatına ayrıca özel müdahalelerde de bulunur. Vahiy bu müdahalenin doğrudan gerçekleşen en önemli biçimini oluşturur. "Varlık ilkesiyle" ilgili yasalar varoluşun "olması gereken" nesnel şartlarını tesis etmesine karşılık; vahiyle müdahalede insanın inancını ve hayat tarzını doğru kılma amacı vardır. Fakat, vahiyle müdahalede inancın ve hayat tarzının doğru ölçütleri sadece teorik düzlemde anlam ifade eden bir bilgi paketi biçiminde sunulmaz; ilahi lütuf gereği uygulamadaki biçimiyle de insanlığa takdim edilir. Bu itibarla, vahiyle bilgilendirilip desteklenen her bir elçinin şahsında ve çevresinde inşa olunan örnek insan ve toplum, vahiyle müdahalenin uygulamadaki boyutu olarak anlam kazanmıştır. Kur’ân ve Hz. Muhammed (s.) ise tarihe vahiyle müdahalenin sonuncusunu teşkil eder. Kur’ân bu son müdahalenin bilgi, ilke ve gereklerini sunarken; Hz. Peygamber ise müdahalenin amaçladığı inşayı gerçekleştirir. Birisi teoriyi, diğeri pratiği temsil eder ve bu ikili hiçbir şekilde birbirinden ayrı veya kopuk değildir: Süreç içerisinde Hz. Peygamber "yürüyen Kur’ân", Kur’an ise "okunan peygamber" vasfına sahip olur.