(...) Ayaklarının altına kadar inen allı yeşilli örtülerin, rengârenk gelinliğin içinde sırat köprüsünde yürüyor gibiydi. Kına gecesinde, davul zurna yanık yanık çalarken; kadınlar, genç kızlar dudaklarında olgun insanlara has tebessümle, ellerinde kına taslarıyla meydanda usul usul dans eder gibi ahenkli ahenkli dönerlerken o, kendisini müzikli, törensel bir sorguda hissetmişti. İçinde birden yok olma arzusu doğmuştu. Rüyalardaki gibi kendisini gölgeleyecek, gözlerden saklayacak koyu bir karanlığın içine dalıp yok olmak, uçmak istemişti. Yok olmak? Ama nasıl, nereye gidebilirdi ki? Nasıl yok olabilirdi ki? Kendini kanatları kırılmış bir kuş gibi hissediyordu. Bir tek ölüm onu kimsenin ulaşamayacağı sonsuz derinliklere indirebilir, belki ebedi huzura kavuşturabilirdi. O an allı yeşilli düğün elbiseleriyle rengârenk giyinmiş genç kız ve kadınlar, yanık yanık öten zurnanın eşliğinde, meydanda uyumlu hareketlerle dönerken o, buz gibi bir uçurumun kenarında yürüyormuş gibi soğuk soğuk terliyordu. Genç bedeni yorgunluk içindeydi. (...)
Yayınevi
:
Ütopya Yayınevi
2. Hamur