Emin Gürdamur, kendi ifadesiyle *asırlar öncesinden kalma bir taşı kaldırıp altındaki akreple yüzleşir gibi* kalbinde binbir korku, acı ve ıstırap taşıyan insanları ve onların hikâyelerini anlatıyor. Nerede başlayıp nerede bittiği bilinmeyen bir çemberin içinde insan, aynaların kendi aralarında anlaşarak bir sırrı nasıl saklayabildiğini soruyor. Kimi zaman bir trende sıkışıp kalan âşıklar kimi zaman da kendi imgeleri tarafından imgeleştirilen bir yazar boy gösteriyor bu aynalarda. Gözler bize bakıyor, eller bize uzanıyor, sesler bizi buluyor. Kalbi tarafından ateşe atılan bir şeyh, rüyası için yola çıkıyor, çöl ona sırtını dönse de. Parçası olduğu karanlıkla baş edemeyen bir mahkûm, gölgesini ve hatıralarını sürükleyerek evine dönüyor. Ölülere karşı başlatılan bir savaş yiyip bitiriyor yaşamın kenarlarını da. Öyle ya, cüzzamlı şairlerin şiirlerine bile buyur etmeyeceği bu solgun yüzler, Emin Gürdamur’un hikâyelerinde bir bir aydınlanıyor. Yasak Ağacın Altında, insanı ve onun hikâyesini güneşe tutarken bir yandan da fısıldıyor: Susmak neden bütün savaşlara ruh katar? Gemiler batarken ne düşünür? İnsan neden yüce bir felaket arar?