Dün gece yemekte onu gizlice süzmüştü. Belli etmemeye çalışmasına rağmen karısının düşünceli ve dalgın oluşu hemen anlaşılıyordu. Güngör`ün içinde duyduğu çekince, “Neyin var? Sana ne oldu?” diye soru sormasını engellemişti. Belki de alacağı cevaptan korkuyordu. Ona acılar yaşatmasından... Düşündü de dünü hayatında yaşanmamış, yok saydı. İçinden ‘Aşkta gurur olmamalı,’ dedi.
Hayatları bir film gibiydi, tam başlıyor, az sonra bitmeden kopuyordu. Yeni bir filme başlamak hem çok zor hem de zaman alıyordu. Bazen de çabucak bitiveriyor, alışmaya gerek bile kalmıyordu. Çünkü tam alıştık derken, başka kararları önüne sürüyorlar ve uygulama zorunluluğu yaşatıyorlardı. Yapamadıkları anda ise işte böyle tepetaklak oluşlarını, kendi hayatları değilmişçesine, salakça seyrediyorlardı.
“Sormayın çocuklar. Sedat’ın anlattıklarını dinlerken tüylerim diken diken oldu: Günseli acım o kadar büyüktü ki beni kaçırdıkları zaman o dağ başında öldürseler diye dua ettim. Üstelik beni kaçırtanın deli gibi âşık olduğum karım olduğunu öğrenmek ne demek bilir misin? İşte o yüzden ölmek istedim. Meğer tüm hayatım yanılsamalar içinde geçmiş. O ıssız dağda karımın benden istediği gayrimenkullerin tapularını aldılar ve bana boşanma dilekçesini imzalattırdılar.”