“Sadece kuş sütü eksik piknik sofrasından kalkıp kara bir ormanın derinliklerine daldın mı hiç? Aniden karar verip adını ilk kez duyduğun bir kente göç ettiğin oldu mu? Ayaz bir kış gününde, buzları kıra kıra bir gölde yıkandın mı? Sana hiçbir zaman ulaşamayacak bir yangına attın mı kendini? Gözlerini bağlayıp ince bir ip üzerinde yürüdün mü benim gibi? Nereden hatırlıyorum seni?...
Sen de benim kadar umutlu, en az benim kadar mutsuzsun. Zihnimizin derinliklerinden, ihtiyacımız kadar umut devşirebiliyoruz neyse ki, değil mi? Altından kalkamadığımız hikâyeler olabilir, işte o zaman bazen kendimize bazen birbirimize sarılıyoruz aynadan. Olmaz mı? Birbirimizde görüyoruz kendimizi. Yetmez mi? Sen de istiyorsun o zaman, varlığını doğrulamayı, insan olduğunu unutmamayı… Fazla konuşmayı da sevmiyorsundur, yazıyorsun belki benim gibi… Yazdıklarını olabildiğince yükseklere atmak istiyorsun hatta, ulaşsın diye, kendin kadar sana yakın olanlara…”