“Küçük cumbanın giyotin pencerelerine kaydı ilkin bakışların. Eve neredeyse yaklaştığınız o anda, ceviz ağacından fes rengi gelinlik koltuklarının ikisini bir çırpıda cumbanın oyuğuna yerleştirdin. Yanında Faik, ser verip sır vermiyor. Onda kalsın sırrı. Sen çoktan ceviz koltuklarının arasına aslan bacaklı, yine ceviz ağacından yapılma kahve sehpasını koydun. El emeği, göz nuru ana yadigârı dantel perdelerse cumbanın giyotinine çoktan asıldı. Faik, “İşte burası,” dediğinde hiç şaşırmadın. Biliyormuş gibi eşyaları eve yerleştirdiğini nasıl anlatabilirdin ki, hâlâ yabancın olana.”
Kısa, ancak satır aralarında hissettirdikleriyle oldukça uzun olan bu küçük ilk romanda tüm kahramanlar, sanki okurları adına inciniyor ve sevgilerini son sayfalara dek biriktirip okuyana bir gönül andacı olarak sunuyor.
Hayata kendisini daima yabancı hisseden Muazzez Hanım, tüm acıları, yalnızlıkları okuru adına çeken bir vefalı sevgili gibi. Onlara bir üzünç kalmasın isteğiyle çırpınıyor adeta. Küçük evinin penceresinde akşamsefalarının gölgesinde bekliyor. Belki bir ömür, belki yalnızca akşamları…
“Bekledin, bekledin, artık gelmez dedin mi?”
Özdemir Asaf