Kafamda bir sürü şey var, bir şeyler arıyorum. Ellerim cebimde, Mannheim kazan, ben kepçe dolaşıyorum. Karşılarda bir su deposu gözüküyor, ona doğru yürüsem, sonra sağa dönüp istasyona giderim. Etrafımda vitrinler var, hayatım boyunca çok ender girdiğim dükkanların vitrinleri onlar. Hayatım boyunca dediysem, şöyle özetlemeliyim: yaşım altmış sekiz, 1966’dan bu yana Mannheim’da yaşıyorum.
Tramvayların hızlarını düşürerek geçtiği caddelerdeki sinemalar ve lokantalara bakınca bir zamanlar birkaç kadınla onların içine girdiğimi hatırlıyorum. Telefon etmeliyim. 3310 model telefonumla eski bir arkadaşımı, Hüseyin’i arıyorum. Ona *Nasılsın arkadaşım? Ben Ayhan,* dedikten uzun bir süre sonra cevap geliyor: *Vay ne haber Ayhan Ağa? Kaç ay oldu be? (Arkadaşım Keşanlı.) İzmir’den Hamburg’a uçmuştum. Orada çocuklarımı gördüm, torunumu sevdim. Mannheim’a geldim, şimdi de seni görmek istiyorum. Bu arada Frankfurt’ta kitap fuarı var. Bir taşla iki kuş vurma olayı var. Sahi, ne oldu senin kitap işin?* diyor. Benimle kitap fuarına gelip gelemeyeceğini soruyorum, *Fuara gelemem ama seni oraya götürebilirim. Frankfurt İstasyonunun civarlarında, o zaman Cuma günü seni tekrar ararım,* diyor. Karşılıklı iyi niyet duygularımızı belirten cümlelerden sonra telefonu kapatıyoruz.