Bir devrin başı ve sonuyduk, önce var olduk sonra kaybolduk.
Onlar mürekkebi bitmeyen bir kalemdi ve en derin sayfalar onlar içindi. Fakat hiçbir şey mükemmel ilerlemedi. Yanlış cümleler kurdular, eksik satırlar anlattılar, yazılanların üzerini karaladılar ama asla yazmayı bırakmadılar. Sayfalardan taşan duyguları onlara durmamayı öğütledi. Onlar da durmadılar. Yazdılar da yazdılar…
Aymira ve Kamer… Biri gece ise biri aydı. Ay geceye doğdu, gece ayı ruhuyla doyurdu. Sonra tüm kitaplar onları yazdı. Karşılıklı kalpler kırıldı, sözler verildi, yeminler edildi ama gece aya sırtını hiçbir zaman dönmedi.
Ta ki o an yaşanana kadar.
Kamer içine gömdüğü, sakladığı büyük sırrını sandıkta daha fazla tutamazdı. Tutamadı da. Günü geldi, o sandık açıldı ve tüm kitaplar ortaya saçıldı. Rüzgâr esti, fırtına peşinden geldi. Kitaplar savrulmaya başladı, sayfalar ise kopmaya. Yazılmış onca satır ikisinin de gözlerinden gözyaşı diye aktı. Ortalık yangın yerine döndü fakat ikisi de su değildi, ateş olup yangına karıştıklarıyla kaldı.
‘’Bu bir ölüm değil ama şayet ki gidersen bunu yaşarım. Yaşamadığım şey de değil biliyorsun ama öleceksem ellerinde son bir kez sarıl, güzel kokunu üzerime kefen yapayım.’’