Bir erkeğe verilebilecek en büyük hediye, zeki, güzel ve cesur bir kadın tarafından sevilmektir.
Meyhaneden çıkıp yürümeye başladığımızda serin ve sisliydi hava...
Sağ yanımızdan bir ırmak akıyordu.
Meriç, Tunca’yla buluşmak için sakin sakin şırıldıyordu yanı başımızdan.
Sesinde yüzdük karanlık suyun.
Sanki günler boyu yürüdük el ele...
Sessiz sedasız, çocuklardık. Meriç’in sisli gecesinde, gökyüzünde hissedilen garip kuşatılmışlık altında, göremediğimiz yıldızların buz tutmuş yalnızlıklarında birbirine sarılan iki ruhtuk.
Bu bir meydan okumaydı aslında, ikinin bire meydan okuması.
*Benimle ölür müsün?* diye sordum...
*Seninle ölürüm* dedi.
*Benimle yaşar mısın?* dedim...
*Seninle yaşarım...* dedi.
*Benimle evlenir misin?* dedim, sustu... Şaşkınlıktan mı, heyecandan mı bilemedim. Daha da büyümüştü gece karanlığı gözleri...
*Nasıl yani?* dedi. *Tanışmamızın üzerinden kaç saat geçti ki?*
*Binlerce dakika, binlerce mücevher değerinde dakika. İçine dünyalar sığan binlerce dakika* dedim.