Kuzey’de bulunan sarı renkli maden, her şeyi kendine çekiyordu; insanları, gemileri, iş kollarını, makineleri… Ve köpekleri… Kızakları çekmek için köpeklere ihtiyaç vardı. Yargıç Miller’ın köpeği Buck da bunun için olduğu yerden çalındı. Doğadan uzakta yaşayan bu evcil köpek, diğer köpeklerle beraber bir kızağın önünde tabiatın zorlu şartlarının tam ortasına bırakıldı. Buck artık yalnızdı, hiçbir şeye sahip değildi, yaşaması için mücadele etmesi gerekiyordu. Ve altın, o sarı renkli maden, insanları kendine çağırırken o da içinde bir şeyin çağrısını hissediyordu. Bu, yabani hayatın, vahşi doğanın, kanın çağrısıydı. Bu, vahşetin çağrısıydı!
İşçilik, gazetecilik gibi pek çok işin yanı sıra altın arayıcılığı da yapan Amerikalı yazar Jack London, edebiyat dünyasına en gerçekçi hayvan karakterleri hediye etmiştir. Eserlerinde hayvanlar, belki de insanlar kadar önemli bir yere sahiptir. “Vahşetin Çağrısı”nda güçlü çizgilere sahip bir hayvan karakterin gözünden doğa yaşamını resmetmiştir.
… Bir anda vahşi bir yaratığa dönüşmüş, sessizce ilerliyor, gölgeler arasından bir görünüp bir kayboluyordu. Hayvanların gizlendiği yerlerden nasıl faydalanacağını biliyor, yılan gibi karnının üzerinde sürünerek avını nasıl yakalayacağını kestiriyordu. Kekliği yuvasından alabilir, tavşanı uykudayken öldürebilir, ağaca tırmanmakta bir an geciken küçük çizgili sincapları yarı yolda dişleyebilirdi. Göllerdeki balıklar onun için çok hızlı değildi. Setlerini onaran kunduzlar da öyle… Keyif için veya alışkanlıktan öldürmüyordu. Karnını doyurmak için öldürüyordu…