Avrupa’da ülke topraklarının bizzat sahibi konumunda bulunan asillerin himayesinde yeni bir sınıf olarak ortaya çıkan ve ticareti geçim yolu hâline getiren burjuvalar, önce zenginleşmelerine mâni olan derebeyliğini zayıflatırlar. Daha sonra iç ve dış pazarlara rahat yayılma fırsatı elde edip bilimsel ve teknik gelişmeler ışığında, özellikle sanayi devrimleri paralelinde ekonomik güce erişmeleri neticesinde, yönetimde bulunmalarına engel gördükleri mutlak monarşinin yıkılmasında rol oynarlar. Bu surette hem maddi otorite kimliğinin taşıyıcısı olurlar hem de kendi kurguladıkları yönetim biçimi içinde etkinleşerek anayasal güvence altında korunurlar. Özellikle siyasi anlamda sahip oldukları imkânları kullanarak büyük ölçekli yatırımlar yapan burjuvalar, seri üretim makinelerin yardımıyla zanaatçı ve köylülerin sermaye karşısındaki dirençlerini kırarak halkın mülksüzleşme aşamalarını hazırlarlar. Dolayısıyla kâr, artı değer ve metanın kutsandığı; hüner, emek gücü ve insanın değersizleştiği kapitalist sistem hüküm sürmeye başlarken düzen karşısında varlık mücadelesine girişen modern işçi sınıfı/ proletaryanın doğumu gerçekleşir.
İş/ üretim ilişkilerinin insanlık tarihi kadar eski olması nedeniyle geçimini ‘işçi’lik üzerinden sağlayan kişi/ gruplardan her dönemde söz edilebilir. Ancak bunlar, sınıflı yapılar içerisinde kölelerden üst basamakta olup kendilerine yetecek kadar mülk sahibi konumunda bulunmalarıyla modern işçilerden ayrılırlar. Modern zaman işçileri, üretim araç gereçlerinden yoksun/ mülksüz, emek gücünü satmaktan başka çaresi kalmayan, makine egemenliğinde nesneleşen, yaşamını sürdürebilmek için her türlü işi her şartta kabul etmek zorundaki kişilerdir ve kapitalistin sömürü sistemi içerisinde köle özelliği gösterirler.
Dünya üzerinde etkisini gösteren kapitalizmin sosyal hayatta yarattığı değişimler, devirlerin belgesi niteliğindeki edebî eserlerde de kendisini belli eder. Şövalye anlatısı romans’ın yerine sıradan insanların hayatlarını ele alan romanın geçmesi, tür ve içerik bakımından yaşanan dönüşümün örneğidir. Yenileşmeyi fikrî boyutta da sağlayabilmek adına romanın gücünden faydalanmak isteyen Osmanlı aydınları, çeviri ve taklit yoluyla bu türü kültürümüze kazandırırlar. Tanzimat Dönemi’nde sosyal yapının düzenlenmesi niyeti ile kurgulanan eserler Servet-i Fünun kuşağının elinde bireysel duyarlık ve trajedilerle örülür. II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in ilanını takip eden süreçte ise ağırlıkla mekânın Anadolu, kişilerin halk/ köylü/ işçi olduğu; savaş, ahlaki çöküntü, sosyal adaletsizlik, rejim öğretileri vb. konu ve izleklere yer verildiği görülür. İmparatorluğun son dönemlerinde yönetimsel boşluklardan faydalanarak tefeci, karaborsacı, rant ve vurgun heveslilerinin sermaye birikimi yaparak kapitalist anlayışı yerleştirmeleri, dolayısıyla halkın mülksüzleşmesi ve iktisadi temelli çatışma ortamının belirmesi; romanlarda iş, iş ilişkileri ve işçinin bulunmasının nedenlerindendir. Ayrıca 1934’te Rusya’da sistemleştirilen, Marksist ideoloji üzerine inşa edilen toplumcu gerçekçi akım/ kuramın yoksul kesim ve işçileri kapitalizme karşı örgütleyen anlayışı, Türk yazarların romanlarına yön veren etkili bir gelişmedir. Dolayısıyla genel adlandırmasının yöneten ve yönetilen şeklinde yapıldığı çatışmanın kurgusal düzleme taşındığı eserler kaleme alınır. Bunlar arasında işçilerin yapı ve tema olarak merkezde konumlandığı, farklı sektörlerdeki işleyişlerin kurgulandığı Çulluk, Çıkrıklar Durunca, Afrodit Buhurdanında Bir Kadın, Aganta Burina Burinata, Bereketli Topraklar Üzerinde, Sağırdere, Sarı İt, Grevden Sonra, Gözbağı, Ölümün Ağzı, Berci Kristin Çöp Masalları adlı romanlar bu çalışmanın çerçevesini teşkil eder.