İnsanoğlunun en karanlık yüzü, bireyin yaşadığı travmalarla ortaya çıkar. Bu travmalar, yalnızca bireysel bir çöküşü temsil etmez; toplumsal, siyasi ve kültürel düzeyde derin izler bırakır.
İnsan doğasının hem savunmasız hem de acımasız yanlarını açığa çıkaran travmatik deneyimler, yalnızca mağdurun değil, aynı zamanda tanık olanların da içsel dünyasını sarsar. Doğal felaketler, savaşlar, aile içi şiddet ya da cinsel saldırılar gibi olaylar, mağdurların hafızasında silinmez izler bırakırken, toplumun bu gerçekliği kabullenmesi çoğu zaman uzun bir mücadele gerektirir.