“… bu çok derin felsefî bir eser, çok güçlü, çok duygusal… Okuyucunun bu tür bir edebî çalışmayı anlaması ve kabul etmesi için önce kendisinin hazır olması gerek…”
Cengiz Aytmatov
Sultan Raev, daha önce yayınlanan Haftanın Beşinci Günü adlı hikâyeler kitabında “günahkâr” oldukları için çıplak gözle güneşe bakamayan ve “hakikati” yeterince savunmadıkları için kabir azabı çeken, kabirleri tarafından dışarı atılan ve nihayet kendi “mezarını” kazmak zorunda kalan insanları anlatmıştı. Bu romanında ise akşamüzeri tımarhaneden kaçan ve ertesi gün öğlene doğru ıssız bir çöle varan yedi kişinin, alttan kumun üstten de güneşin yaktığı, yılanların intikam için beklediği çöldeki hesaplaşmasını görüyoruz. Aytmatov’un da belirttiği gibi “derin felsefî bir eser, çok güçlü, çok dokunaklı…” “… Melek bana ‘Kitabı al ve ye! Önce ağzına şekerli bir tat gelir, sonra da acı bir tat hissedeceksin. Acı olan gerçeğin tadıdır. O yüzden birçokları bu tadı sevmez. Bu kitap gerçeğin kitabıdır. Tanrı’dan gelen bir kurtuluş kitabıdır. Onu sakın saklama, çünkü kıyamet gününün gelmesine çok az zaman kaldı’ dedi ve kitabı elime verdi. Kitabı alınca aceleyle sayfalarını çevirip bakmaya başladım. Ama kitabın üzerinde ne bir cümle ne bir kelime ne de bir harf gördüm. Çünkü sayfalar bomboştu, hiçbir şey yazılı değildi.” Bu kitabın ise sayfaları “bomboş” değil ve “her şey yazılı.” Yine Aytmatov’un dediği gibi Tımarhane’yi okumaya hazırlıklı olun.
Orhan Söylemez