Göklerin efendisi ülgen, denizlerin tanriçasi akana ve Yer altinin hükümdari erlik arasindaki savaş devam ediyor!!!
...Tilda nefes nefese kalktı. Bir an nerede olduğunu anlayamadı. Etrafına bakındı. Evet, camları gazeteyle kapatılmış köhne bir evin tek odasında, yataktaydı. Çok terlemişti. Bir süredir hep böyle kabuslar görüyordu. "Keşke bunların hepsi sadece kabus olsaydı." diye geçirdi içinden. Çünkü rüyasında gördüğü şeylerin bir kısmı maalesef gerçekti: Toprak kuraktı. Gökyüzü eskisi gibi mavi değil, griydi; tıpkı bir sis bulutu gibi... Hava ne soğuk ne sıcaktı. Çiçekler yoktu, cıvıldayan kuşlar da öyle... Sessizlik hakimdi. Ama bu sessizlik Tilda`nın biri tarafından bulunması ile birlikte ebediyen bitecekti.
Kıyamet gününün yani Kalgançı Çak`ın habercisi köngül otları; yapraklarını göğe doğru uzatmış, her yeri sarı çekirgeler sarmıştı. Kalacak olan bu korkunç çağ Tilda`nın hatası ile başlamıştı. Şimdi tüm birlikler kızın hatasını telafi etmesini bekliyordu... Gizem Pınar Karaboğa, Türk-Altay mitolojisinin unsurlarını bu romanında da başarıyla bir araya getirmiş.