Başka yer ve zamanlara ait, insan-varlık ilişkisinin bugün yeniden derhatır edilişine tarih diyoruz. İnsanı, tabiatın diğer varlıklarından ayıran başlıca özellik de onun başka yer ve zamanlara yani tarihe ait bilgi birikimine sahip oluşudur. Dolayısıyla insanı bugünden alıp maziye ve istikbale götüren, başkalarının duyuları üzerinde etkide bulunmasına yarayan temel araç dildir. Öyleyse edebiyatın da tarihin de ana konusu insan ve onun yaşamıdır. Tarih, insanlığın bu serüvenini olabildiğince nesnel bir bakış açısıyla sergilemeye çalışırken, edebiyat ise kendine böyle bir sınırlama getirmez ve insan gerçeğini kurgulayarak, bir başka ifadeyle yeniden üreterek okura gösterme yolunu tercih eder.
14. asırdan itibaren Türk kültür ve siyasî tarihini geleceğe aktarmada tarihî şahsiyet ve olaylar ekseninde teşekkül eden çok sayıda manzum tarih kaleme alınmıştır. Bu manzum tarihlerden birisi de tarihî nitelik taşıyan ve 4. Murad Han’a kadar İslâm dünyasında gelmiş, geçmiş tüm İslâm halifelerinin yaşamları hakkında muhtasar bilgiler veren Şem‘î’nin *Tezkiretü’l-Hulefâ* adlı eseridir.
Tezkiretü’l-Hulefâ’nın yazılış amacı İslâm halifeleri, hususiyle de Osmanlı Padişahları/halifelerinin hayatları, önemli icraatları ve yaşadıkları devrin sosyal ve siyasî olayları ile ilgili bilgi vermek, İslâm tarihi açısından ehemmiyet arz eden olay ve şahısları unutulmaktan kurtarmaktır.