Çocukluğumdan bugüne hatırladığım bazı mutluluk sahneleri vardır. Bahçeli iki katlı evimizin mutfağında bir kuzine soba vardı. Rahmetli annem bu sobaların üzerine sıcak su ihtiyacı için güğüm koyardı. Bazen bu güğümlerden kaynamaya yakın öyle iniltili/hüzünlü sesler çıkardı ki, çocuk kulağımla bunlar bana anlatılmaz bir duygu verirdi. Yine böyle bir ses sırasında anneme sormuştum: "Anne! Bu güğüm ne diyor böyle?" Annemin cevabı hâlâ kulaklarımdan gitmedi. Şöyle demişti: "Oğlum, o güğüm Allah’ı zikrediyor". İşte o günden sonra daha farklı bir gözle bakmaya başlamıştım çevreme. Köyümüzde çinko damın üzerine yağan yağmur damlalarının çıkardığı sesler, ocakta yanan fındık dallarının çıtırtıları, rüzgârın sesi, gök gürültüsü, denizin dalgası hep zikir gibi gelmeye başlamıştı bana.Kur’ân bu gerçekliğe gökte ve yerdeki tüm varlıkların birer zikir/tesbîh/duâ faaliyeti içerisinde olduklarını söyleyerek işaret ediyor. Yine bitkilerin, ağaçların, yıldızların secde ettiğini öğreniyoruz Kur’ân’dan. Bu idrâkle yaşadığımız âlemi seyrettiğimizde cansız/şuursuz bir nesneye değil, sonsuz bir kulluk coşkunluğuyla tesbîhini yerine getiren canlı bir varlığa baktığımızı hissediyoruz. Sanki "hâl diliyle" bu varlık bize şöyle sesleniyor: "Ey insân! Biz, ezelde Allah’ın bizim için çizdiği tesbîhi şaşmadan büyük bir aşkla yerine getiriyoruz. Haydi, ne duruyorsun, sen de katıl bu evrensel tesbîhe, bu zikir deryasına."Varlık ve oluş, Allah’ın isim-sıfatlarının yani "Esmâü’l-Hüsnâ"nın bir tecellîsidir. Allah, "Zâhir" ismiyle, varlıklar dünyâsında eşyâ ve olaylar hâlinde kendini bize göstermektedir. Öyleyse varlıkla bütünleşme, varlığın tesbîh çağrısına katılma, "Allah ile buluşmak" demektir. Tesbîh’e Çağrı, bu buluşmaya dikkat çekme ve bu mânevî yolda bir katkı sağlayabilme ümidiyle kaleme alınmıştır.