Turgut Güler’in revnaklı kaleminde bu defa tarihin içinde gözalıcı bir parıldamayla beliren Osmanlı-Türk asırlarının, Altın Çağ’ımızın muhteşem kadrosundan bir başka büyük isim beliriyor: Mimarbaşı Koca Sinan! Daha önce Yahya Kemal’in mihmandarlığında Yavuz Sultan Selim’in “ufuk çizgisi Dünyâ’yı içine alan tûğlar”ının zülüflerinde bizi millî tarihimizin şâhikalarında gezdiren Turgut Güler, bu defa Yahya Kemal’le birlikte Sâ’î Mustafa Çelebi ve Rif’at Osman Bey’in Sinan’a hasredilmiş yazmalarının rehberliğinde, “tozlu zaman perde”lerini aradan kaldırarak, gönlümüzü, ”Ser-Mîmârân-ı Hâssa Koca Sinan”ın, o “zafer mâbedinin mîmârının emir ve kumandası altında”, taşı yendiğimiz “mehâbetli sabah”lara kanatlandırıyor. Böylece, “ehl-i hünerin kadrini bilmek de hünerdir” fehvasınca sa’yini ortaya koyuyor.
“Bendeniz Ağırnaslı Neccâr Sinan, Âhiret Yurdu’na girmek için yapılacak en güzel hazırlığın, Dünyâ bahçesinde iyi bahçevân olmaktan geçtiğini idrâk ettim. (…) Hayli uzun yaşadım ve bu Devrân, ağrıyan dişimi, dönen başımı, kendi değirmen taşında iyice öğüttü, beni pîr-i nâtüvân kıldı. (…) Yaptığım işi iyi ve sağlam yaptım. Onların, Kıyâmet’e kadar ayakta kalmalarını murâd ediyorum. Beni seven, yaptıklarımı takdîr eden dost ve kardeşlerimden bir isteğim var. Ne olur bu Fakîr’i unutmasınlar ve hesâbının kolay görülmesi için Cenâb-ı Yezdan’a duâ eylesinler.”