15 Haziran 2015 tarihinde dört yıllık eşim Ayça`yı lösemi hastalığı sonucu ebedi aleme uğurladık. Ayça`mın vefat günü benim Türklerde tarih bilinci sorununu anlamam için bir başlangıç oldu. İlk gün O`nun kişisel eşyaları tamamıyla toplanıp evden çıkarıldı ve başkalarına dağıtıldı. Toplumca zorunlu bir uygulama olarak görülen ve ailesince de uygulamaya sokulan bir karardı bu. Onu hatırlatacak tek bir eşya dahi bırakılmadı kendi ailesinin evinde. Bu elbette sadece kendi ailesinin bir iradesi değildi. Konu-komşu herkes Ayça`nın eşyalarının dağıtılması talebini dillendirdi.
Bellek, hatıralarla varoluşunu mümkün kılar. Bireysel düzlemde hatıraların varlığı ve işlevselliği benlik bilincini yarattığı gibi kollektif bellek de toplumsal bilincimizin temelini teşkil eder. “Millet varlığının” kimlik ifadesi olan “milli kimlik” ne coğrafya ile ne de demografya ile değil, doğrudan “Tarih” ile tecessüm eder. Toplumda işlevsel ve olgun bir milli kimlik için bireysel kimliğin tamamlanmış olması zorunludur. Birey kendi geçmişinin hikayesini bilmez ve içselleştirmezse psikolojik düzlemde kişilik sorunu yaşar. Kişinin duygusal, bilişsel ve davranışsal dışavurumda uyumsuzluk görülür. Ayça`m vesilesiyle deneyimlediğim “unutma-hatırlama”ya yönelik pratik Türklerin neden ortak hikayelerde birleşemediklerini en güzel şekilde gösterdi. Acıyı/yası yaşamamak, anında unutmak, onunla bağları koparmak. Anıları silmek, en azından Unutmak.
Bu çalışma Ayça`mı unutmamak ve ortak hikayemizi sürekli kılma yolunda atılmış bir adımdır. Daha yeni bilim uzmanı olmuştu ve bu ülkeye, bütün zorluklarına rağmen, bilim yoluyla hizmet etmek istiyordu. Elinizdeki çalışma da hem anılardan hem de Türkiye`nin birbirinden değerli bilim insanlarının ve sanatçılarının Ayça için yarattıkları ortak emeğin bir ürünüdür.