Mutlu bir hayat yaşadıkları söylenemezdi ama paylarına düşen buydu. Geçmişi ve geleceği hiç yakınmadan kabullendiler. Zira kendi iradelerinden çok daha kudretli olan küçük tanrılar karşısındaki aczlerinin farkındalardı.
Berry ve Fannie Hamilton, hizmet ettikleri ailenin bahçesindeki kulübelerinde müreffeh bir hayat sürerler. Evin efendisinin kardeşi Frank’in parasının kaybolduğu gece, hırsızın Berry olduğuna kanaat getirilir. Aleyhinde hiçbir delil olmasa da Berry adeta yargısız infaza uğrar, toplum baskısı ve mahkemenin peşin hükmüyle on yıl hapis cezasına çarptırılır. Geride bıraktığı ailesi evden kovulup, diğerleri tarafından da dışlanınca yeni bir başlangıç için New York’a göç eder.
Yazdığı şiirlerle dikkat çeken, ulusal itibar gören ilk Afrika asıllı Amerikalı yazar Paul Laurence Dunbar, Güney’in kırsalından, Kuzey’in büyük kentlerine göç etmek zorunda kalan bir ailenin yıkımına yol açan olayları, Güneylilerin sudan çıkmış balık misali şehir yaşamının karmaşıklığına ne kadar hazırlıksız olduğunu anlatıyor Tanrıların Oyunu’nda. Yazar hikâyenin en başına, kölelik dönemine atıyor çıpasını. Eşitsizliğin, sınıfsal ayrımın kanunlarla ortadan kaldırılamayacağını, değişimin olsa olsa insanların zihinleri ile sağlanabileceğini gösteriyor okura.