Bir ankete verdiği cevapta *Hayatımın hangi devrinde edebiyatçı olmaya karar verdim? Bunu pek söyleyemeyeceğim. Hatta böyle bir karar verdiğimi de pek hatırlamıyorum. Daha iyisi şöyle düşünelim: Günün birinde kendimi edebiyattan başka bir işe yaramaz buldum. Ama o günün tarihini benden isteme. Hususî istidatlara inananlardan değilim. Hatta insanın biraz da şartlarının esiri veya mahsulü olduğuna kaniim. Benim şartlarım beni edebiyata götürdü* diyen Ahmet Hamdi Tanpınar, hangi sebep ve sâikle olursa olsun Türk edebiyatının belki de en hareketli, en karmaşık, en önemli kırılma noktalarından birisinde, 20. asrın hemen başında kendisini kültürümüzün, edebiyatımızın içerisinde bulmuştur. Her şuur sahibi aydın gibi O da edebî, tarihî, felsefî ve sosyolojik kavramları; şahsiyetleri ve eserleri büyük medeniyet problemleri etrafında incelemiş, bunları çok çeşitli sebeplerin doğurduğu birer sonuç ama aynı zamanda başlı başına, kendi başına birer değer olarak kabul etmiştir. Bu yüzdendir ki Tanpınar’ın eserleri daima çok cepheli, çok şümullü olmuştur. Bu çok cephelilik, bu geniş perspektif ve kapsamlı bakış, benzersiz ve sanatlı bir üslûpla birleşince de ortaya, kendisine Türk kültür ve medeniyetini, sanatını, hayatını ve bunların yapıcı unsuru olan *insan*ını mesele yapan her devrin okuru için de vazgeçilmez kaynaklar çıkmıştır. Bu kitap, bu kaynaklara odaklanmış bir gözün gördüklerinden ibarettir.