Hızır’ın davarı sabahın seherinde suya inerdi. Anaları biraz geride su içen yavrularına gözcülük ederlerdi. Çok yüksekte bir kaya kartalı, yerde olup bitenleri keskin gözleri ile süzerek, havada daireler çiziyordu. Belli ki kısmetini arıyor. Artık pençesine hangi can düşer, o da kısmet meselesi.
Bahar güneşi bu dağlara bir başka doğardı. Çiçekler farklı renkleriyle güneşi selamlardı. Dağın eteği sessiz bir renk halayına dönerdi. Kuşlarında dili vardı ve her kuş, kendi dilince bu sessiz halaya katılır şarkı söylerdi Tanrı buyruğuydu ‘’her kuş dilince, her çiçek rengince olmalıydı. Bunlardan birine yüz çevirmek Tanrı’nın güzelliğine şirkti…’’
Böyle buyurmuştu bilge adam…