… Hazım’ın vücut bütünlüğü parçalanmış, yüz cildi ve adaleleri lime lime olmuştu. Buna rağmen, operasyonun başındaki general, ısrarla onu konuşturmaya çalışıyordu. O akıbetinin ne olacağının farkındaydı. General Tahsin istediği bilgileri elde ettikten sonra, onu orada hemen infaz ettireceğini biliyordu. Onun Hazım olabileceğini tahmin etmiş, fakat kesin Hazım olduğuna dair tereddütleri yardı. Yüz şekli bozulduğu için onu bir türlü teşhis edememişti.
Hazım, hayatının bu son anlarında, içinde üst düzey bir general ve on subayın yer aldığı bir gurubun şahitliğinde, kaderi kötü bu topraklarda yıllarca kendi kavmine yönelik yaşatılan zulüm, hakaret, katliam ve trajedileri, kendinden sonra gelecek nesillere aktarmak istedi. *İnsan olabilmenin ve onurlu bir yaşam için gerektiğinde ölüme gitmek* için düşmanlarının şahitliğinde insanlık adına tarihe bir not düşecekti. Yüzünü tanınmaz hale getirdikleri için de sevinmişti. Hazım olduğunu kendisi de söylemeyecekti. Kendi kendine, *Hazım korkusu belli bir süre daha zihinlerini kurcalasın ve bu korkuları hep canlı kalsın* diyerek yarılmış dudakları arasında fısıldadı. General Tahsin, sanki başında bulunduğu askeri birliğe denk bir orduyla meydan savaşı vermiş ve bu savaşı kazanmış bir komutan edasıyla kasılıyordu. Mağrur ve kibirliydi. Devletinin en tehlikeli ve büyük düşmanını esir almış, şu an ayakları dibinde yatmış can çekişiyordu.