Şiir yazma serüvenim çok eskilere dayanmıyor. Öyle on yedi yaşında falanca dergide şiirler yazmaya başlamadım. Lise yıllarında ağabeyim güzel şiirler yazardı. Kafiyeyi ve hece ölçüsünü iyi kulla nırdı. Onun gibi mısraları alt alta sıralamak içimde bir ukdeydi. Taki Üstad Necip Fazıl’ın Çile’si ile tanışıncaya kadar. Üstad Necip Fazıl’ı anlamaya çalışarak okumak, ancak üniversite yıllarında nasip oldu. Çile’yi okumak benim için bir dönüm noktasıdır. Onda hep kendimi buldum. Bazen on yedisinde bir aşık, bazen yirmisinde “Durun kalabalıklar!” diyerek isyan eden bir devrimci. Bazen de Hindikuş’ta Ruslara meydan okuyan bir savaşçı. Hepsinde ve her zamanında Allah’a teslim olmuş aciz bir kul. Bir de Abdurrahim Karakoç: Benim için en büyük hiciv üstadı. Şiir yazmak, “benim de tarihe, hayata, insanlığa söyleyeceklerim var” demek. Ya da gelip geçen hayata müdahil olmak. Ondandır ki, maşukunun hayal dünyasına taht kurmuş bir kadından ayağına Cennet serilen anneye; sahte hokkabazlardan ömrünü Hz. Peygamber’e hizmete adayan önder şahsiyetlere uzanan geniş bir alan benimyazdıklarım. Gök kubbede hoş bir sada bırakmak adına çıktığım meşakkatli bir yolda, yüreklere dokunabilmişsem, ne mutlu bana.