2. Abdülhamid’in kızı, babasının hatıratını ihtiva eden kitabında babasının; *Bu milletin uğradığı en büyük sıkıntı kaht-ı rical meselesidir,* dediğini nakleder. Ki; o koca Sultan, sadrazam tayin etmek istemiş, fakat devlet adamı sıfatını taşıyan bir kimseyi bulamamanın sıkıntısı ile *Ah kaht-ı rical!* diye inlemiş. Eskiler adam kıtlığını, özellikle de ülke yönetimine ehil adamların kıtlığını *Kaht-ı rical* diye adlandırmışlar. Kaht-ı rical, Osmanlı’nın son döneminde dilimize yerleşmiş bir deyim. Kaht; kıtlık, kuraklık ve kuraklıktan ötürü ürünlerin yetişememesi, rical ise belli mevki sahibi anlamına geliyor. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügatta bu iki kelime bir arada *muteber adam kıtlığı,* anlamını taşıyor. Kaht-ı rical sorunu 2. Abdülhamid’den evvel başlamıştı. Osmanlı son iki asrında hep bu sorunla karşı karşıya kaldı. O kadar ki, tarih sahnesinden silinmelerinin başta gelen sebeplerinden biri budur, dense yanlış olmaz. Her şeyin parayla ölçüldüğü; makam ve rütbelerin insani değerlerin önüne geçtiği; liyakatın değil isimlerin, dostlukların ve adam kayırmanın; gurur, kibir, ihtiras, benlik, çekememezlik, bencillik duygularının öne çıktığı bir toplumun çökmesinde nasıl bir gariplik aranabilir ki?
Bugün baktığımızda bunlar ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Ufkumuzun sınırlarını genişletebilmek için tarihin sayfalarına göz atmak belki fayda verir. Bu millet uzun zamandır hep bir kurtarıcı arayışında. Ve Osmanlıyı bitiren olumsuzluklar hala yaşanıyor. Fenerle adam arayan filozof yani Diyojen’in *Gerçek adamı* aramak için gündüz fener yaktığını herkes bilir. Fenerle ne aradığını soranlara, onların dikkatini çekmiş olmanın hazzıyla; *Adam arıyorum, adam!* dermiş. Yani demek ister ki; *Sureta adam çok,(yani, şeklen insan çok) Fakat sirette adam yok. (yani, ahlaki ve manevi açıdan gerçek insan yok…) *