Sümerler`den 4.500 yıl, Thales`den ise 2.500 yıl sonra aynı coğrafyada yaşayan, “topraktan öğrenip kitapsız bilen”, okul yüzü görmemiş bir Anadolu köylüsünün ağzından “su gibi aziz ol” sözünü duymak çok olağandır. Bu sözü söyleyen köylü (ve söyleten kültür), ne iki hidrojen atomunu bir oksijen atomuna bağlayan bağlardan haberdardır; ne hücre organellerini bilir; ne de yüksek yapılı bitkileri ayakta tutan ``bitki hücrelerinin saf suya konmasıyla içine su alarak, şişmesi ve hücrenin çeperine basınç yapması olayı`` olan turgor basıncını duymuştur. Karmaşık kimyasal yapıları bilmese de, biyofizikten haberdar olmasa da, moleküler biyolojiye yabancı olsa da, suyun “aziz” bir varlık olduğunu bilmektedir.
Çevresel, politik ya da dini fikirlerimiz ne olursa olsun, ırkımız, cinsiyetimiz ya da mali sınıfımız ne olursa olsun bir hafta su olmadan yaşayan herkes kanlı göz yaşları döker.
Sağlıklı beslenen sağlıklı bir kişi günde en az 1,5 litre su içmelidir. İnsan vücudunun ortalama %60 kadarı sudur. Vücut ağırlığının %15-20 kadar su kaybı olursa sonucu ölümcüldür. İçme sularının kalitesinin sağlığımız açısından taşıdığı değer büyüktür.
Yeryüzünün %71`i sularla kaplı olmasına karşın, bu suların ancak %3`ü kullanılabilir tatlı sudur. Üstelik bu tatlı suyun %75`i donmuş halde kutuplarda ve kutuplara yakın bölgelerde bulunmaktadır. İnsanların kullanmak amacıyla ulaşabileceği tatlı sular dünyadaki su miktarının ancak %1`idir. Bu gerçek göz önüne alınırsa neden tatlı su kaynaklarının korunması, mevcut suların dikkatli ve kontrollü kullanılmasının gerekliliği daha iyi anlaşılabilir. Su doğar, hastalanır, yaşlanır ve ölür. Gelişen uygarlık onu yok etmektedir.