Dostu Kul Kozâkî’ye : “Neden Söz Gülleri?” diye sordu. Kul Kozâkî hiç beklemeden tek nefeste cevabı verdi. “Sözü gül olanın, nefsi kül olur!..” Bu öyle bir cevaptı ki, dostu sanki sille yemişçesine afalladı ve ne diyeceğini bilemedi. Neden sonra dost, “Bana bu cümlenin derinlerinde saklı olan sırrı açar mısın ey gönül ehli?” diyebildi. Söz açık olmasına açıktı da anlaşılan dostu muhabbete susamıştı… Kendisine gönül ehli denilince, gönülden geçen ne ise öyle anlatmak gerekli idi hakikati dili döndüğünce. “Sen de iyi bilirsin, çiçeklerin şâhıdır Gül. Onu gören Nergis boyun büker; onu gören Menekşe yaprak döker. O, aşkların en şahanesine dilbeste… Onun yeri bambaşkadır yürek denen kafeste… Bütün bunca iltifâta mazhar “Güllerin Efendisi” hatırına biz de O’nun gibi sözümüzü gül eyledik. Biz de O’nun gibi bir hayat yaşamak istedik; nefsi sevdâ yangınında kavurup kül ederek… Belki diyeceksin buna ne gerek!.. Öyle değil ey dost, öyle değil işte! Sözü gül olmayanın dilinde dikenler biter. Nefsi kül olmayanlar ise karşına kibirden kaleler diker. Vesselâm… Yâ HÛ!