Yatak pencere kenarındaydı. Güneş çekilmiş, bahçedeki ağacın cama dayanmış yaprakları kötü bir haberi veriyormuş gibi hışırdıyordu. Lambayı yaktım. Alışkanlık olsa gerek, perdeyi çekmek için, pencereye yöneldim. “Çekme,” dedi, elini kaldırarak. “ Pencereyi de aç, hava girsin.” Perdeye giden elim pencerenin koluna kaydı. Açtım. Yaprakların hep bir ağızdan söylemeğe çalıştığı şey –her neyse- daha çok duyuluyordu artık. Hüzünlendim. Yaprak hışırtısı insanı hüzünlendirir mi? Evet hüzünlendirir. Hele hastane odasındaysan, üstelik hasta olan babansa ve rahatsızlığı ciddi ise hüzünlendirmekle kalmaz, kedere boğar insanı. Belki de, nereden yayıldığı belli olmayan ama kulağımıza kadar gelen türkünün “Bir gün gazel döker ömrün bağları / Eser sam yelleri dal yarelenir. ” mısraları bu duyguya kapılmama sebep olmuştur. Sahi bütün canlılığıyla ağaçları süsleyen yapraklar da, zamanı gelince, sararıp toprağa düşmüyorlar mı? Zaten zayıf olan bedeni iyice süzülmüş, çökmüş yanaklarını artık sakalları bile kapatamıyordu. Solgundu. Gözleri fersizdi. Tükenmişti sanki. “Kaldır beni,” dedi kısık sesiyle.