Bilindiği üzere 2000’ler (nesnel) hakikatlerin sistemli olarak ‘önemsizleştirildiği’ yıllar. Denebilir ki (nesnel) hakikatler kamuoyunu belirlemiyor; kamuoyunu belirlemede bir ‘piyasa’ var ve o ‘piyasa’ belirliyor. Piyasanın da birinci vazifesi ‘hakikati’ önemsiz kılmak. İronisi içinde söylersem, denebilir ki bu ‘piyasa’nın hakkını yememek lazım, zira bu işte hayli başarılı(!)
Peki sanat edebiyat ve büyük ölçüde işi, gerçeği ya da gerçek dışını zihinde tasarımlamak (imge) olan şiir ne alemde? Ne alemde olabilir ki, bu ‘anlamsız ortamda’; şiir de bütün bunlardan azade bir yerlerde, bir boşlukta durup durmuyor ki, şiir de bu ‘anlamsızlıktan payına düşeni alıyor, almıştır.(!) Zaten Sokak Yazıları şiire ilişkin farklı konuları ele alırken; doğrudan veya dolaylı aynı zamanda (şiire ilişkin farklı konularda) ‘hakikat arayışları’ içinde olduğunu da gösteriyor. Yukarıda sözünü ettiğim öz de bu hakikat arayışlarına karşılık gelmektedir.
Denebilir ki 1990’lar ve sonrası makas değiştiren kapitalizm, küresel formuyla ve de yeni medyası, teknolojisiyle vb arzı endam ederken; zaten hep gecikmeli, hep geriden izlediğimiz ‘entelektüel dünyayı’ bu kez Sokak Yazıları’yla yakından izleme olanağına kavuşuyoruz. Bu bağlamda Sokak Yazıları, uzun bir sürecin, emeğin, heyecanın ürünü yazılar; tanık ve takipçi sıfatıyla biliyorum. Şart değil; ama bir sonuç çıkarma bağlamında şunu söyleyebilirim: Sokak Yazıları, Türk şiiri içinde önemli yeri olan iki şairin, şiirin içinden, başka disiplinlerden de güç alarak, şiiri dönüştürme ‘gayreti’dir.
- Yavuz Özdem